27 Aralık 2012 Perşembe

anlamadığım ruh halindeyken...



fonda, ara beni öptüm seni seni çok özledim deli gibi'yi oya-bora benim için söylüyor.

Bu aralar bütün şarkılardan, filmlerden, dizilerden, olaylardan, hatta utanmasam nefes alış verişten bile hayallere dalacağım... Çok fena bir canlıya dönüştüm. Kendime gereksiz yere yaptığım şeyler zihnimi kurcalarken zaman hızlıca geçip gidiyor. Bak neredeyse 1 aydır yeni işimde çalışıyorum.Aklım hep daha kolay ve daha iyisini istiyor. Hadi onu anladım diyelim de bu kalbim niye böyle dellendi, zor ve daha iyi-ilginç-eğlenceli-keşfi zor olanı istiyor? Hiç bir fikrim yok... Bu aralar kendimle didişmekten dış dünyaya çok fazla enerji harcamıyorum. Bu yazıyı 07.45 K-B vapurunun nadiren oturduğum giriş katından yazarken bile kendimi kaptıramıyorum kağıda-kaleme. Sürekli olarak taciz sinyalleri alıyorum zihnimden.

Çok yazmak istediği bir kaç şey var ama içime atıp kaçıyorum. Kendimden bile kaçmaya-mücadele etmeye başladıysam durum gerçekten vahim ve bu sefer çok ciddiyim...

Ahahah nedense veda mektubu kıvamında yazdığım bu gereksiz yazıya veda etmem gerektiğini düşünüp haydar paşa'ya el sallarken bugün havanın rengi ve kokusu güzel umarım günümde iyi geçer deyip gidiyorum...

Kapanış müziğimiz yine oya-bora'dan geliyor "biz dünyayı çok sevdik ölüm bizden uzak olsun aşık olduk yüreklendik sevda bizden yana dursun" ...

8 Ekim 2012 Pazartesi

nifak tohumu...



"sevgili sevgili;

sen yokken içime "nifak tohumları" serptim. Nedenini bilmeden yaptım, ama bil ki pişman değilim. Bu bir özür karalaması değil. Hiç olmayan birinden özür dileyecek kadar delirmedim henüz ama -evet yine bir ama- çok büyük bir probleme yol açabileceğini de düşünmemiştim. Her seferinde yapma, etme,olmaz dediğim eylemleri -evet eylem demem kasti çünkü hiç bir şeyi sessiz sedasız yapmayı istemedin- dinlemediğin için bu sefer açık konuşacağım." dedi evin içinde anlamsız dolaşması gerekirken yatağın içinde dört dönen canlı.

İnsan demedik biz ona, çünkü insanlık mertebesinde çok az canlı görmüştük şimdiye kadar, ama bir isimde veremedik. İsimsiz bir canlı ne ola ki?

"Perde kararır oyuncular gider. Sahnede sadece "nifak tohumları" kalır. Bu arada nedir bu sürekli bahsedip durduğumuz şey, neye benziyor? Yoksa buna da yukarıdaki canlı gibi derin anlamlar mı yüklemeli? Bilemiyoruz şu anda onu nasıl tanımlayacağımızı ama bize biraz zaman verirseniz hepsini adım adım açıklamaya çalışacağız. Hem belki bu arada sizinde aklınıza ilginç bir fikir gelir ve tüm olay örgüsü değişir ne dersiniz?" dedi yönetmen.

Çok büyük bir problem var!

Hatta buna sadece "bir problem" demek olayı çok değersiz gösterebilir. Size hemen durumun ehemmiyetini şöyle ifade edeyim. "Bir şirket düşünün elinde ham maddesi var, ham maddeyi işleyecek makinesi var, bu makineyi bir üst modele taşıyabilecek tasarımcısı var, çalışma durumunda seri üretimi sağlayacak planlamacısı var, yani uzun lafın kısası varoğlu var. Ama gel gelelim ki bu yerleşke öyle sapa bir yerde ki gitsen gidilmez, kalsan kalınmaz. Bu tesiste, bu büyük ihtişamlı tesiste işçi yok. Her şeyin uzmanı var ama onları dinleyip boşlukları tamamlayacak bir tane bile işçi yok ve bu işi kısa sürede halletmeleri lazım. Yapılacaklar listenizi oluşturmaya başlasanız iyi olur çünkü bu şirket sizin..." dedi sponsor firmanın müdürü.

Burnuna garip bir koku geldiğini fark etti, şimdiye kadar sessizce geçen konuşmaları dinleyen, yarı uykulu insan görünümlü canlı. Bu kokuyla buradan yıllar önceye, bir sohbete aa yok sohbet denemez, daha çok bir monoloğa doğru giderken önce şimdinin sesleri kayboldu sonrada görüntüsü zihninde.

21 Eylül 2012 Cuma

...



aşırı özgüven yanında aşırı yıkımlar getirir.

her şeyin aşırısı fenadır.

korktuğun zaman tembel olursun.

tembel olduğun için korkarsın ?

sonunu görememek yorar.

müzik rahatlatır ama çalanlar yorulduğunda susar.

filmler izlenir ama en uzun film bile biter.

diziler günlerini alsa bile sezon finallerini gördüğünde ya da bitişleri tekrar dizi ararken bulmak kendini kaybetmene yol açar sezon finalini beklemeye koyulursun tek seyircili anadolu yapımı dizinin =)

yavaşça espri anlayış geri gelir basit sinir krizinin ardından.

başka yerde olmak istersin ama bilirsin orada olunca da başka yerde olmak isteyeceksindir.

offf sıkıcı olmaya başlarsın.

herkes sıkıcı gelir.

sen istemediğinde sussunlar istersin.

her şeyin kumandası olsa mı? cidden click filminde ki gibi ya da "tek bir kumanda"...

yeniden telefonu kıçının dibinden ayırmamak ve çalmadığını bilmediğin halde gereksiz kontrol delirmenin belirtisimi sayılıyor bu yüzyılda normal mi yoksa ?

her şey gereksiz karanlık gelmiyormu size de?

bir çılgınlık yapası geliyor böyle havalarda bazılarımızın.

benden duymuş olmayının nedenidir söylemediklerim.

yapmak isteyip yapamadıklarımdır başarısızlığım.

fal bakmak günah değil deliliktir =)

31 Temmuz 2012 Salı

insan avının şerefine...

"...yapmayın mutsuz ölmek için çok iyiyim, bir yanlışlık olmalı, ya da şanssızlık ama bir şey olmuş olmalı ..
ben, ben gerçekten 
iyi değilmiydim ?
hadi canım sizde yanımdaydınız bu kadar süredir, bir çok dostum oldu benim, telefonumun susmadığı günler çok uzak değil, hayır o kadar düşmedim ...
düştüysem de istediğim içindir, fazla kurcalamayın ...bla bla bla" diyordu hatun kişi tedirgin bakışları odayı tararken. Bir şeyi anlamak istiyordu ama korkuyordu, ortada bir suç olmasından ve bu durumda suçlunun kendisi olmasından. Peki gerçekten suçlu olsaydı ne olabilirdi ki ? Yani canını mı alacaklardı, uzun yıllaramı mahkum edilecekti ? Aslında tek korkusu her yerde avaz avaz "...yaptım evet yaptım ve de asla pişman olmayacağım çünküüü ben asla düşünmeden hareket etmemm..." sözlerini amiyane tabirle "tükürdüğünü yalamaktan " korkuyordu, asla dediği şeylerin olmasından. 
Tekrardan kaçınırdı ; sözleri, davranışları, hataları, kayıpları, düzeni ve benzeri aklına gelen her şeyin.Ya da kaçındığını söyler dururdu. Acaba bir şeyi yaptığını söylemek ne zaman onu yapmakla eş duruma gelmişti ? Bununda farkındaydı, aslında yaptığı bir çok şeyin farkında olduğu gibi. Düzeltebileceğine olan aşırı güveni parmaklarını bile kıpırdatmasını engelliyordu. Aklından sürekli durumunu açıklayabilecek atasözü ve deyimler geçiriyordu. Çocukluğundan beri edindiği bu alışkanlık çok kitap okuması ve film izlemesiyle daha da pekişmiş ve eğer güçlü sözler yarışı düzenlendiğini duysa ilk koşacak kişi olmaya da içten içe karar vermiştir. Bulduğu bütün boş vakitlerinde nedensiz ağız dalaşları düşledi kendine, böylelikle kurguladığı sözcükleri yerli yerine oturtabiliyor ve de lazım olduğu anda belleğinden gerçekliğe sakin ve beklenmedik serilikte döküyordu. Kiminleydi bu bitmek bilmez kavgaları ? Çoğunun ismini dahi hatırlamadığı aşkları neredeydi şimdi ? Peki hep övündüğü geniş çevresindekiler çok mu meşgullerdi kendi hayatlarıyla ? 
Hatun kişi bunları düşünüyordu valizini hazırlarken. Çok mu geç kalmıştı gitmekte ya da hiç gitmemelimiydi ? Bunların cevabını sürekli bulmaya çalışsa da özünde oluruna bırakmıştı hayatı. Sakince hazırlanıp vedalaşıp çıktı kapıdan ve otobüs durağına yürüdü , taşıyabileceğinden fazla aldığı yükleriyle...

Fona Ezginin günlüğünden sevgi duvar'ı adlı parçasını atarken içimden heyecanla "yalnızlığım benim sidikli kontesim , ne kadar rezil olursak o kadar iyi" kısmını bekleyerek atıyorum ve yukarıdaki karakteri çizmeye başlıyorum. Belki kendimden gereğinden fazla etkilenerek. Komik şeyler yazmak , eğlenceli şarkılar dinlemek , umut verici filimler izlemek, mutlu sona acısız ulaşan diziler izlemek, tembelliğimden sıyrılmak istiyorum... Aslında ruhumu bedenimden sıyırıp nadasa atma fikrini çok sevmiştim ve itiraf edeyim başlarda iyide geliyordu ama beraberinde getirdiği şeyler ağır gelmeye başlamış olabilir mi ?

Bütün bu düşünceleri bir kenara atıp acaba neden uzun sürediğim konuşmadığım arkadaşlarım yerine başka insanlarla konuşuyorum diye doruyorum kendime? Yine mi "insan açlığı"m başladı. Evet kabul ediyorum eğer yamyamlığın modernize edilmiş halini incelemek isterseniz seve seve yardımcı olurum. Tamam kendime yine aşırı yükleniyorum. Galiba benim derdim kimseyle değil kendimle. Çok sinir bozucu ama içimde bir sürü kınalı yapıncak konuşuyor, onlara 7 cücelerin ki gibi isimler veriyorum ama benimkilerin sayısı olabildiğince fazla ve açıkçası pek cüce olduklarını sanmıyorum ve de sevimli olduklarını.

Çok yazasım var yine bu yüzden yazmayacağım, zira dağınık fikirler yazıya döküldüğünde çekiciliğini kaybediyor. En iyisi sessizce geldiğim gibi gideyim.

Son olarak yalnız olmanın o kadar kötü olmadığını ama süreklilik halinde mevsimsiz görülen sivrisinekten daha can sıkıcı olduğunu size bir kez daha hatırlatıp hayde yapıncaklar "insan avına " diyorum...

ahah hatta rastgele efenim baş başınız.
not: "insan avı" dediğimiz şey kötü bir şey olmamakla beraber her zaman iyi olan bir şeyde değildir. (=)

25 Temmuz 2012 Çarşamba

bir şey var...

Rahatsızım...

Sürekli olarak can sıkıntısı içinde zaman öldürüyorum. Fona hüzünlü bir şeyler atıp, elime bir kadeh ağzına kadar dolu şarap bardağını alıp -neden şarabı az doldururlar ki bak merak ettim araştırayım bir ara- ,camdan dışarıya bakmak istiyorum. Ama gece yarısı olsun, hep özeldir benim için nedenini bilmesem de. Bir de tabi yıllarca şeyi tartıştım kendimle ama bu tartışmayı kendime saklayıp kurduğum ambiyansa geri dönüyorum. Bu arada fona da Princess Chealsea'dan -ki yeni tanıdım kendisini- too fast too live parçasını aldım müziği ruh halim için iyi geldi. Biraz daha kaptırsam ağlayabilirim bile. Aklıma önce eski mutlu olduğum günleri getiririm, daha sonra şu anki halime acırım, belki en sona da ne olacağım ben böyleli bir soru işareti bırakıp, derin bir iç çekerim... Hoş olmaz mı ? -evet evet kesinlikle sevdim bu ilk defa dinlediğim parçayı-

Gökyüzü berrak olsun, hatta ay'ı görebileyim, mümkünse önümde koca koca çirkin binalar olmasın tamam olabilirler ama en azından aramızda biraz mesafe olsun. Çocukluk -kınalı yapıncaklık- yıllarımın altın çağında hayallerle büyüttüm ben kendimi. İlginç hayaller kurdum hep.

İlk hayallerimi hatırlıyorum; mamakta bir gecekonduya gidin onun salonunda iki kanepe bulacaksınız, cam kenarında olanında bir kız çocuğu, bitişik evin duvar tarafında ise kızdan iki buçuk yaş büyük bir erkek çocuğu, erkek kız çocuğunun gece, cadı ,inler-cinler, büyüler gibi bir çok fantastik şeyden duyduğu korkudan yararlanarak son hamlelerini yapıp küçük kızın sadece burnu ve gözlerinin bir kısmı dışarıda kalacak çekil de koza gibi yorgana sarılmasına kahkahalarla gülerken çocuk kalbinde kendi korkularını bastırmaya çalışıyordu. Kız yıllar sonra bu sayede karanlığa alıştığını ve korkmadığını anladığında sevgili abisinin henüz bunları yenemediğini görünce önce kahkahalar attı sonra çocuk kalbinde sevgi beslemekten öteye gidemedi. tabi bir de her zaman ki gizemli durumlar ve merak kavramlarını arkasına aldı ama bu durumu yıllar sonra abisin yeni evinde gece sohbetinde sordu ve bütün cevaplarını aldı =). tabi ki siz bunları şimdilik öğrenemeyeceksiniz.-nihahah-... Neyse şimdi siz bu küçük kızın yanındasınız ve onun zihninden çıkan sihirli kalemle çizeceği dünyayı görceksiniz. Hmm şimdi düşününce çizdiği bir çok renkli kareler canlandı gözümde acaba hangisiyle başlasam... tamam evet ilk aklıma geleni anlatacağım önce.

Ve kız hayal eder...ta ta ta taaaaam

Gece içeriye giren ışıltılarla uyanmıştı. Acaba sabah mı oldu da güneş içeriye doğdu dedi önce, ama çok kısa süre sonra bunun başının arkasından tek bir noktadan geldiğini anladı. Korku ve merakın verdiği enerjiyle hızlıca yatakta doğrulup sıkı sıkı sarıldığı yorganından gözlerini çıkararak anlamaya çalıştı önce. Abisiyle kendi yatağı arasında kalan köşe boşlukta kendinden biraz daha büyük bir yumurta şeklinde garip bir hale vardı. Hemen seslenmek istedi abisine bunu yalnızca o açıklayabilirdi, sonuçta o abiydi, ama nafile sesi çıkmadı. Birden sanki televizyon ekranı gibi görüntüler belirdi bu halenin içinde; önce kuş bakışı bakılan bir orman ve giderek yakınlaşan kamera bu ormanda dolaşmaya başladı. Kız önce sarıldığı yorganı yavaşça açtı garip bir güven duygusu vermişti bu görüntü sanki bildiği bir yerdi yabancı değildi ona, yatağın içinde eli uzakta ilerlerken bir yandan da sesine tekrar kavuşmaya çalıştı ama bir türlü başaramadı. Derken aniden görüntüde ondan biraz daha büyük bir erkek çocuğu belirdi, sanki ona bakıyordu bu tanıdık sima ama onu göremiyordu. Birden onunda kendisini görmesini deli gibi istediğini farketti kız ve çocuğa daha yakından bakmak için son bir adım daha yaklaşırken farkında olmadan eli görüntüye değdi ve aniden masal kitabında ki Alice gibi bir çukurdan düştüğünü hissetti. Ama o hiç kimsenin olmadığı bir ormana düşmüştü. Bayılmadan önce son hatırladı avazı çıktığı kadar çıkan kendi sesi ve bembeyaz bir şeyin ona adıyla seslendiğiydi...

Evet böyle başladı ilk hayali içinde kahramanlık, kader, aşk, bilgelik, sadakat ...bla bla bla yani kısaca bir filimde ya da dizide bulabileceğiniz tüm öğeleri içeren düş.

O gün bu gündür kazık kadar olsa da düş olduğunu, asla gerçek olmayacağını, gerçekliğin çok farklı olduğunu bilse de kız çocuğu bunları göz ardı edip sarıldı hayallerine tıpkı küçükken yorganına sarıldığı gibi... Sadece çok yorgunken hayal kuramıyordu başını yastığa koyar koymaz ve ilk hayal cümlesine söylediği anda zihni yakalayamadığı diyarlara çoktan gitmiş oluyor. uzun süredir hayal kurmak durumunda olan sevgili yapıncağımız azıcıkta olsa büyüdüğünün farkında ve bu yüzden yorgunluktan yatağa düştüğü günleri özlüyor. hani 1 dk daha uyusa mutlu olduğu günleri. Çalışmak güzel şey diyip durur zaten minikliğinden beri ama madem öyle neden bu kadar tembel...

Bir şey var çözemediği ve beklediği. belki de çok fazla hayal kurmanın etkisiyle gerçeklikten ayıramadığı bir şey... Beklemeden sıkılmayacak belki ama artık beklememesi gerektiğini bilecek durumda... bakalım yapıcağımıza neler olacak. yeni düşler kurabilmesi için gerekli yeni havayı taşınacağı şehirde bulabilecek mi? ta ta ta taaaamm...

Evet herkesin içinde ki "bir şey"lerini bulmasını dilerken "rahatlamamış" bir şekilde fondaki parçayı bir kez daha dinleyerek veda ediyorum...

baş baş...

19 Temmuz 2012 Perşembe

o değilde, kim lan bu kameraman ?

Kendimi garip hissediyorum... E dedim madem öyle hemen yazayım. Tabi ki fonda Talking Heads den "this must be the place" parçasını atarak -bu şarkıyı galiba ilk kez dinliyorum. Sean penn'in yeni filminin fragmanına bakarken gördüm ve açtım hemen =) ben bu grubun Psycho Killler'ını bilir ve severdim diyor ve kapıyorum uzun tuttuğum çizgi arasını-.

Efenim dertliyim. Neden olduğunu bilmediğim bağrış çağrış halim zihnimin bir köşesinde canlanıp duruyor boş kaldığım anda. Bu görüntü de nereden demeyin , zira rüyamda gördüm bu halimi ve hayli sinir bozucuydu. Çok fazla rüya görür ve hatta ayrıntılarıyla hatırlarım. Hatta bütün gün zihnimde dolaşıp beni taciz etmişliği de çoktur bu bilinçaltı canavarının. İşte bu gün uyandığımda da bu haldeydim. Aaa şimdi bahsettikçe hatırlar gibiyim bağırma nedenim dışında ki sahneleri.

Bir sınıftayım ve çocuklara kitap okuma alışkanlığını kazandırmaya çalışıyorum. Öğretmenim sözde ama çocuk dediğim kişiler bildiğin benim yaşımda insancıklar , hatta bazılarını da tanıyorum. Böyle o sınıfta yaşıyor gibiyim arada sadece zihinsel olarak ayrılıp yeni planlarla geri dönüyorum. Bir de aşk-sex-kalabalık gibi garip bir üçleme geçip duruyor. hayır bir şeyler planlıyorum o amaçla yapıyorum bu eğitimleri de ama öyle bir şey işte. Peki bunun neresinde kopuk bir şekilde kendime yukarıdan bakıyorum? Bilmiyorum aklım çok karıştı nedeninin bulsam rahatlayacağım. Kendime yukarıdan bakıyorum ama benim dışımda kalan yerler fuluğu ve sanki biri olayları eski bir el kamerasıyla tepemben çekiyor.Arada oynuyor görüntü kamera sarsıntılarıyla. hepsinin ortasında bağırmaktan kısılmış sesim duyuluyor. Sanki etrafımda ki insanlar bir birlerini itiyorlar ama bana dokunmadan itilip kakıldığımı hissediyorum. Hava gri tonlarında ama ben renkli giyinmişim , tek renkli giyinen de ben değilim çevremde de farklı renkler var ama net değiller. ilginç bir duygu bir şeylere isyan ediyorum, belki yalnız değilim ama kendimi öyle hissediyorum. Sonra görüntü kararıyor. Acaba başıma yine ne gelecek, kendimi gerçekten böylemi hissediyorum. O değilde en çok "kim lan bu kameraman?" diyip duruyorum. Bence bu rüyada ki anahtar kişilerden biride oydu çünkü. Hayır İzleyeceğine yardım etsene arkadaşım nıçk nıçk nıçk -üçlemesem olmaz- insanlık öldü vallahi azizim...

Bu garip rüyayı olması gereken yere atarak bütün gün sinirli dolaşacağımı bilerek kendimi yine şarkı söylemeye bırakacağım efenim. Önce biraz ses egzersizi ardından da spor-danns karışık bir şeyler yaparsam, e üstüne de bir filim galiba bugünü atlatabilirim.

O zaman ben çalışmalara başlarken sürekli başa sardığım psycho killer ı size armağan ediyor ve rüyaların gizeminde buluşmak üzre efenim diyorum...

baş baş...

18 Temmuz 2012 Çarşamba

1-2 ,1-2 tempooo hatunlar kaldır bakayım o popoyu...



Yazacak çok şey var ama nereden başlamalı bilmeden yine duruyorum yerimde. Zaten hep en büyük sorunum başlamak olmuştur. Okulda ki projeler ve son dakikada yetiştirmelerimin altında daimi bir başlama sorunu var -ki bu galiba tembellik ana başlığı altında bir çok gizemli anlam taşıyor...- .

Evet öncelikle fona Mirkelamdan hatıralar parçasını koydum -bir arkadaşımın tavsiyesi cafe de beyoğlu da güzel gidiyor- sonra neler dinlerim bilmiyorum. Bugün tam tadımdayım böyle regl dönemi duygusallığıyla birlikte , bağırıp dolaşma isteği , kendini gösterme-saklama isteği yazmak,söylemek,dinlemek her şeyi aynı anda istemek işte tam olarak tipik halim... Bazen biz kadınlara üzülüyorum hatta bir dakika yav ne bazeni hep üzülüyorum -özellikle de bu ülke ve bunun gibiler de ki keder daha fazla tabi ki- Mesela en basit şeyler bile bizim zaman ayırıp uğraşmamıza yol açıyor. hemen bol örnekli açıklamalarımla geliyorum. tabi önce fona eski erkek arkadaşımın paylaşmış olduğu Des'ree life parçasını ve diğer şarkılarını alıyorum ve birazda yerimde popo sallama hareketleri yaparak tüm acılarımızla dalga geçerek anlatacağım efenim ...

Öncelikle mevsimi olduğundan dolayı hemen şu deniz ve kıl mevzusuna gireceğim. nedir arkadaş bu çektiğimiz ya bende öyle canım isteyince hiç bir hazırlık yapmadan üstüme geçirdiğim tişört ilen denize koşmak istiyorum.Mesela şu sorulardan çok sıkıldım;

- Acaba bu kıllar güneşte belli olur mu ? Off koltuk altımda kiler kısa ama şimdi makineyle alsam derim yıpranacak yine bir sürü acı çekeceğim , ağdacıya gitsem alamaz ki bunları , off şurada uzun kollular vardı =/...

-Şimdi denize gitcez madem toptan aldırayım bunları e o zamana kadar da pantalon falan giyerim napayım dayan kızım...

-Yeaa bu ağda ne ara bu kadar pahalı oldu lan off ...

-Şimdi ucuz diye buraya geldikte bu kadın şimdi oramı buramı morartacak yeaa sonra dolaş ortalıkta "ayy bende çok sakarım hiç dikkat etmem eheh -şirinim demi-.." gibi sahte pozlarla...

Aaaa diyelim ki bir iş görüşmesi çıktı aniden sıçtın zaten niye mi ? hıh ;

-Allaaahhhhmmm ne giyeceğim ben şimdi?...

-Kim çıkardı ulaeyn bu klasik giyim en iyi etki yaratır sorunsalını...

-Topuklum yok ki ama şimdi ben bunun altına böle benim bez-plastik papuçları giysem ne olur ki ?...

Ertesi gün bir şekilde bir yerden ayakkabı temin edilmiş ve görüşmeye alışık olunmayan ayakkabının ayakta bıraktığı derin ve ilginç açılarla gidilmiştir.Üstelik ben çalışırken 1-2 kez giyeyim dedim ee malum koşturuyorum ofiste taktuktık diye sesler eşliğinde tabi =( alay konusu olmamın dışında hiç bir etkisi olmadı.-hoş bizim ofiste ki dingiller alışık değilse benim ne suçum var ki yeaa valla yürüyebiliyorum =)-..

Aaaa evet en büyük sorun bir topuklu ayakkabınızın olması değil onu giyebilmenizdir. izmir de Konak-Alsancak arası kordon da ki köprünün kaplamasını değiştirdiler kadınların topukları sıkışıyor diye. Yani bu öyle böyle bir problem değil. Bayan bir mimar olarak ben mesela çevre düzenlemesinde böyle doğal-pürüzlü taşlardı , yeşillikti kullanılmasından yanayım ve kullandım ama muhtemelen çok kadın benim yüzümden acı çekti. Yeaa ama bir dakika hakime hanımlar tek suç benim değil ! Karşı çıksaydınız .Deseydiniz ki arkadaş yok böyle bir zorunluluk... Ama ben bile diyemiyorum yani kabul cidden bir topuklu bir dişi canlıyı kadın da yapabilir , kız çocuğu da , nine de ve bahsetmek istemediğim daha bir çok şey yapabilir işte amaç konunun özünü kaçırmamak. (ahahah) neyse efenim vallahi ben sıkıldım bu zorbalıklar, baskılar, oluşturulmuş doğrular, standartlaştırma olayından... Evet abi selülitliyim ne varrr... Sanki kendi bana Johnny Depp te durmuş benim fiziğimi eleştiriyor densizzzzz.=P Aahah yok ya valla kimse bir şey demedi ama diyebilir yani zira selülitli bir kadınım muhtemelen de bir süre sonra şimdi düzgün olan ve beni hoş gösteren memelerim karşı koyamayacak yerçekimine ne yani öleyim mi ? hemen doktor doktor dolaşıp biçki-dikiş mi yaptırtayım ? Tamam ben de kabul ediyorum elbette sütun bacak güzel , dolgun meme şahane , kalkık kalçalar müthiş ama yani belirttiğim gibi ben öyle olsam bile bana uygun bir erkeği nerede bulacağım bu kara parçasında o yüzden bırakın bu işleri. davul dengi dengine çalarmış arkadaş kabullenelim şartlarımızı ona göre yapıcı eleştiri yapalım. Sona soğuk yatakta yalnız uyurken hayal etmekle yetiniriz insanlığın ötesinde gördüğümüz canlıları. Şahsen ben diyorum ki yok arkadaş tamam hani görünüş önemli -tamam ten temas his coşku ambiyans olmadan olmuyor denedik biliyoruz- amaaa orada duracaksın benim olmayan görüntü bir yere kadar. Hep komşuda ki tv nin sesiyle yetinmek , yok efendim metroda ki abinin gazetesinden okumak , hatun kişinin kitabına yandan bakmak falan ben bunu istemiyorum. Lütfen daha insan canlısı olalım bırakalım şöyle olaydı böyle olaydıyı artık. En çokta size sesleniyorum kınalı yapıncaklarım. Hayallerinizden sıyrılınız yok o diziler deki yakışıklılar. Yok efendim neymiş bir çarpışıyormuş da aşık oluyormuş aman da tesadüfmüş. Geç bunları anam babam bir kalemde gel doğrulara bakalım hepimiz belli standartların şahaneliğine inandırılmış bir avuç umutsuz canlıyız ve bir birimizin orası burasının nasıl olmasından bahsetmezsek eğer üretemeyiz. Bir nevi türümüz yakında canavar sıfatıyla anılacak haberimiz yok.

Pehh neye sinirlendim acep ben birden . Aaa evet ben de istiyorum koynuma bir Bratt arkadaş bende insanım o vakit ne gerek var şimdi elmayı gösterip sona da yasak-imkansız demeye... Son olarak önce bu kadınlara yapılan tüm saçma baskılar yok olsun sonrada ahah neyse burası bana saklı olsun =P ... ayy öyle işte yine yine yeniden dağıttım ama kızdım işte. Şimdi şu aptal selülitlerden kurtulmak için biraz spor yapayım bari pehhh...

Ayrılırken fonda ki şarkı şahane denk geldi galiba diyor ve de des'ree den you gotta be nin sözlerine bakarak veda ediyorum...

Yine de istediğin gibi yaşayabilmeye ve istediğin gibi sevebilmeye diyor ve de bu size sakın umut vermesin yapıncaklarım hayde hep beraber süper hatunlar olmaya (ahah) tempo 1-2 1-2...

baş baş...

14 Temmuz 2012 Cumartesi

fonda yeni bir keşif

Bu aralar fonda müzik olmadan duramıyorum. Bugün de bu yazı sırasında fonumda yeni keşiflerimden biri olan ve henüz kendisini benimseyemediğim ama sevgi beslemeye başladığım Ane Brun var.
Bu alışkanlığımı okul sırasında -canımmm tabi ki üniversiteden bahsetmekteyim lisede kimyayla fizikle ya da zaten bir türlü anlaşamadığım biyolojiyle hiç hoş olmuyordu- sabahlayarak son anlarda yaptığım projelerde edindim.Zira uzun saatler bir şey duymadan ya da konuşmadan geçirince sonra duygusal patlama yaşanıyor bende ; aşırı konuşma , çok hayal kurma, gerçeklikten kopma bla bla bla... Bende otokontrolü mü sağlamak için kendimce taktikler denerken en iyisi yeni keşiflerle geçen müzikli dakikalar dedim. Her ne kadar bir süre sonra ne dinlediğimi farketmeyecek hale gelsem de molalarda farkına varmak güzel oluyordu. Aaaa bir de tabi bunaldığında sabaha karşı tüm sesleri kapatmak ve sessizliğin verdiği o anlatılamaz anlık keyfi tatmak için öncesinde mutlaka gürültü olmalı. Bu aslında başlı başına bir konu ama böyle laf arası geçmiş olsun şimdilik. Sadece buna dair son söyleyeceğim siyah ve beyazın uyumu gibi demektir. Aaaa dur daha sanatsal ifade edeyim yav ; öhüm öhüm efenim şöyle düşünün karakalem bir desen üzerinde çalışırken bazen çok koyu hatları ifade etmek için aşırı beyaz gölge veya konturlara ihtiyaç duyarsınız eğer bunu uygulamanızda kullanmazsanız etkisi gerçekliğin çok gerisinden gelir ve sıradanlığa mahkum olarak yaşar -nokta =P-.
Neyse efenim yine dağıtıp garip bir hale soktuğum düşüncelerimi toparlayıp devam edeyim. Esasen bir iş yaparken ona odaklanmaya bayılırdım iki işi bir araya getirmek haksızlık ve yorucu gelirdi gözüme, kendi küçük evimde ve minik inimde-depo odam- , lakin iş yuvadan ayrılıp okumak bahanesi altında izmir'e yerleşmeye gelince yurtta ilk edindiğim bilgelik 6 kişilik odada eğer kendine alan yaratmak istiyorsan o zamanlar çok revaçta olan volkmenle birlikte yaşamak zorunda olduğumdu. Sonra odanın sınırlarını aşarak önce otobüsler sonra okul sonra canımın onu çektiği zamanlar giderek çoğaldı ve benim fonum haline geldi -ki bu cidden enteresan bir ihtiyaç hoş benim müzikle olan bağımda böyle enteresan hatta üniversitedeyken gülmek amaçlı bet sesimle ortalarda dolanarak bestelerimi yaymam ve cidden kötü bir bağımlılıkla arkadaşlarımın zihninde yer etmem falan vardır mazimde (= bırakın maziyi halen küçük çocukken yaptığım gibi elimde mikrofon sıfatı yüklediğim bir şeyle kendimce tutturduğum melodiye uyan sözlerle avaz avaz dolaşıyorum evde bence eve kamera yerleştirmeliydim. yaa ne besteler tarihin tozlu sayfalarında kayboldu da kimse birşey yapamadı =P tamam yine koptum -.
Bazen sokakta yürürken aniden araya sıkışmış hareketli bir parça çalıyor hiç beklemediğim anda benim yürüyüşüm, bakışlarım hatta düşüncelerim bile aniden bir film sahnesine dönüşebiliyor. Sonra da halime gülmemek için kastığım dudaklarımla daha garip bir insana dönüşüp hızımı arttırarak gerçek hayata dönüyorum. Aslında kalsam diyorum o dünyada böyle yeni keşfimi insanlara dinletsem onlarda yeniliğin verdiği heyecanı tatsa. Hatta metrodayken aniden kulaklığımdan gelen sese tempo tutsak falan -ahaha hayalimde birden  Ayşeciğin filminde ki yaşlı genç herkesin işte tempoyla "hayat sevince güzel sevince güzel günlerrr..." diye devam eden görüntüleri canlandı. ne güzeldi o zamanlar içi temiz iyi niyetli ve tabi ki yakışıklı esas oğlanlar yok efendim işte sonradan gerçek güzelliği ortaya çıkan "kınalı yapıncaklar" -hiç heveslenmeyin hatun kişilerim biz kınalı yapıncağın olsak olsan ilk hali oluruz =)- işte huysuz ama iyi amcalar teyzeler ablalar aa tabi bir de olmazsa olmaz küçük sevimli veletler...- İşte arada bunların hepsi gerçek olsa fena olmazdı sanki.
Ne dedim de bu noktaya geldim aslında amacım neydi inanın bende unuttum a dostlar ama ben alışığım, genel sohbetkar hallerim bunlar zamanla normal görürsünüz =) O zaman bu dağınık yazının sonunda çalan müziği duymaya dönersem eğer tüm yeni keşif fonlara gelsin Ane Brun abladan True colors -şansa bu çalıyordu efenim bir ara hile yapayım dedim ama sonra kınalı yapıncak vicdanım engel oldu...- o zaman bol yeniliklere...
baş baş...

12 Temmuz 2012 Perşembe

ne desem bilemedim...

hmmm...
Nasıl başlasam acaba ? Kendim mi olsam , yoksa şirin mi gözüksem ? Sadece yazmak istiyorum ama acemiyim nerden nasıl başlasam bilemiyorum. Kurgulanmış herhangi bir şey olmadıgına göre aslında gönlümce  yazmak en iyisi.
"Acemilik günleri" diyelim şimdilik aa ya da dur şimdi "Çıraklık günleri" olarak değiştirip Mimar Sinan amcamın izinden gitmek en iyisi hoş muhtemelen ilk eserine isim verecek biri değildir ama olsun =)...
Şimdi gelelim derdime ; son 6 aydır iş aramadıgıma-çalışmadıgıma göre işsizliği tercih etmiş bir işsizim ve "yüksek lisans yapcem ben yaaa..." dediğim bir bahanem var . işin aslı ise kendime 25 yıllık hayatımda ilk kez boş boş dolanma izni verdim =) yani değerli vaktimi hiçbirşey yapmadan -gerçekten- tüketiyorum. Aslında şimdiye kadar hiç zorlanmadım yapmayacak şeyler bulmak hiç zor değil benim için , yıllardır bu anı bekliyormuşum gibi saçma sapan davranıyorum yani tamda olması gerektiği gibi. Aklım tüm bu saçmalıklarla o kadar karışık ki kimsenin aklından dahi geçirmeyeceği hayaller bile yolunu şaşırıyor bazen...
Şimdi yazmak istiyorum. Geveze bir insanım ben kendimi kapattığım sevgili inim -minik şirin depo gibi olan odam- benden başka insanı içine almak istemiyor ve benim içimde sözler birikti , anlatacak hikayeler taşıyor zihnimden , birlikte gülecek insanlar arıyorum bazen... Bu yazdıklarıma bakan da asosyal bir insancık zanneder beni ama enteresan bir şekilde müthiş kalabalık ve renkli arkadaşlara sahibim. Tamam bunları bir kısmı yaklaşık 3 hafta önce ayrıldığım erkek arkadaşımın çevresi özellikle de bulunduğum şehirde bana ait arkadaş sayım az ama ben o az insanlarla da görüşmek istemiyorum. Aslında galiba şehir değiştirmem lazım , insanlar bakımından yenilenmem lazım...aman tanrım korktum birden kendimden aslında yabancılaştım desem daha iyi olur , biraz daha zorlasam bildiğin yeni yıl ve kalkınma planı çıkaracağım biraz da rekabet  ekledim mi şahane bir tüketim zinciri kurabılırım kendim için vavv bu kadar çabuk kapitalist olcağımı düşünmemiştim demek ki özel sektör de geçirdiğim 1.5 yıldan değil kendimden kaçmam lazım mış =P Neyse yine çok fazla dağıttım konuyu =) aslında bunun bir huy oldugunu belirtmem de fayda var. Uzun lafın kısası şu basit formülüze olmuş hayatı karmaşıklaştırmaktır niyetim...
Şimdi ne desem bilemedim o kadar lafın arasından en iyisi "hopla, zıpla, dağıt, karıştır, yokol, var et  ama sen sen ol yasak oadalara girme ..." diyerek sadece benim anladığım saçmalıklar kapatırken fona İyeoka'dan Simply falling'i koyuyorum ve mecburiyetten bu saatte içime attığım sesimle eşlik ederken hafiften sallanıyorum aaa tabi ki elimde mikrofonum var ;) -pritt stick ama onun hikayesi daha sonra...-.
O zaman baş baş...