25 Şubat 2013 Pazartesi

biriyle konuşmam lazım...



hani uzun zamandır yalnız hissedersin ya kendini. fazla hissedersin hayata. hep özenirsin amaçlı ve mutlu insanlara. bende bir zamanlar öyleydim dersin. sonra dersin ben bunun yerinde olsam yaşayamam bu kadar zavallı bir hayata katlanamam neden yaşıyor ki ? burada kilit soru aslında amaçlarımız olmak zorunda mı yaşamak için? belkide amaçsızdır yaşam bizizdir ona gereksiz anlamalar yükleyenler. belki de sadece yaşayıp ölmesi gereken o zavallılardan biriyizdir. zaten ne ki bizi özel kılacak olan. ben hiç bir şey göremiyorum artık kendimde. eskiden evet derdim ben özelim evet derdim bir şeyler yapıp öleceğim. sonra zamanla bu değişti. sinir krizleri eşliğinde ezik bir insana dönüştüm hayallerimde hep söyleyemediklerimi söyledim. üstelik genelde cevap verme edepsizliğine sahip bir bünyeyi bu hale getirmek tahmin edersiniz çokta kolay olmuyor. insan yine ailesinin yanında en rahat eder. Ağlasa da bağırsa da çağırsa da bilir ki içeride insanlar seni gözünden sakınırlar. bu amaçsız dünyada belkide tek amaçları senin mutlu olduğunu görerek yaşamaktır anı. belkide bu aşamaya ulaşamamış biz zavallılar hayatı onlardan daha çok anladığımızı iddaa edecek kadar eziğizdir gerçektende. Sadece bar solcusu olmuşuzdur hayat boyu ve sadece eleştirmeyi öğrenmişizdir. Belki de mükemmeli en çok seven ve bağımlısı olan biz garibanlarızdır kapitalist tüketimin en büyük neferleri. Bilinçsiz tüketiciler. Nedir bizi bu kadar delirten? İstediğimiz yakışıklılığa sahip olmaya sevgililerimiz mi? İstediğimiz ve dikkat çeken kıvrımlara sahip olmayan bedenimiz mi? Hep özendiğimiz ama sahip olamadığımız asillikte, bilgelikte ya da zengin artık kimin neyde gözü var o statüde birer ailede doğmamamız mı? Hep başkasınınkinde gözümüzün olmasımı bizi delirme noktasına getirdi. Azla yetinmeyi kaç yaşında kaybettiğimi hatırlamıyorum. Hayallerimde hiç bir zaman fakir ama grurlu bir prens istemedim. Hep iktidar sahibi ama grurlu bir yakışıklı vardı. Hiç bir zaman alt sınıf bir yönetici olarak kalmadım ya da başarısız bir iş kadını. Hep hayallerimde yüksekteydim hep hatasız mükemmel insan olma yönündeydim yani gerçekdışı düşlerde boğulmuştum. Ne zaman hayattan umudumu kesersem ya da artık olduğum yer beni tatmin etmezse daha çok uyumaya başlarım. Modern tıp buna depresyon diyor ve eğer bu depresyonsa evet ben depresif bir varlığım. Doğduğum günden beri kurtulamadığım ve egomun kontrolünde olan bir depresyon bedenimi henüz ele geçiremese de zihnimde hakimiyetini ilan etti. Acıyorum kendime sonra başkalarına acıyorum ve eziyorum, sonra tekrar acıyorum kendime kısır bir döngüde biz insanlığa acıyorum. Anlamakta zorlanan ben miyim hayatı. İnancımı kaybettiğimde mi geldim bu hale. Halen inançlı mıyım eskisi kadar bilemiyorum, belkide bu soruya cevap verecek kadar bilgili hissetmiyorum kendimi. Sonra diyorum belkide inancın bilgiyle alakası yoktur içimde bir şey hissetmeliyim sadece. Sahi kim bu inanç bilginleri? ne iş yaparlar nasıl karar verirler bu ruhsal bir şeyin bilgilerinin olduğuna. İnsan neden bu kadar zavallı. Neden sırf onun şekerinden değil bizimki diye onunkini istiyoruz. Neden bizden daha iyilere katlanamayız. Neden bizden daha az bilgililere içten bir şekilde öğretmeyiz. Nedir bizi bu kadar kibirli yapan? Nedir bizi bu kadar bencil yapan. Dedikleri gibi çiğ süt emmemizden kaynaklı olamaz bütün bunlar... Paylaşma ihtiyacı duyuyor insan; hayatı, düşünceyi, inancı, sevgiyi, mutluluğu , üzüntüyü, aşkı, dokunmayı, hissetmeyi her şeyi paylaşma ihtiyacından bahsediyorum. Ama biraz tek taraf ağırlık kurunca denge yine bozuluyor ve ego ortaya çıkıyor. Anlayamadım ben bu "ego" denen şeyi. Hafif gurur esintileri eşliğinde yersiz bir kibir mi? Ya da dahada ötesinde bir şey mi? Egomdan sıyrılmış bir şekilde ağlamak istiyorum. Kimseye lanet okumadan, intikam naraları atmadan, ya da kötü düşler kurmadan. Yatağa başımı koyduğumda huzurla uyumak istiyorum. ne yarının hiç bir zaman yetişmeyen işlerini ne de bugünün hatalarını düşünmek istemiyorum. cevaplar hazırlamayayım artık. Yormasın beni hayat daha fazla, burada hayat derken kendimden bahsediyorum başka kimseye suç atmıyorum. Evet hepsi benim suçum diyorum, öyle demezsem katlanamıyorum. Yalnızca kendime katlanabiliyorum bu aralar onun dışınd akimseyi duymak istemiyorum. O kadar özlesem de biliyorum 5 dk sonra tüm özlemin yerini yalnız kalma isteğinin saracağını. hani şu, pişman olmayan insanlardan, olmak istiyorum. Elimde olmadan ne kadar zorlarsam zorlayayım pişman oluyorum. Kızıyorum kendime bilgisizim diye, sonra tekrar kızıyorum öğren o zaman diye, sonra söylenmeye başlıyorum neden bilmek zorundayım diye? Ben bilmiyorum bugünse hiç bilme havamda değilim ama merak etmekten zihnimi geri çekemiyorum. Tek yapabildiğim kendime sarılıp sakinleştirmek, tıpkı vahşi bir hayvanın başını okşayıp sakinleştirici sesler söyler gibi... Bazen korkuyorum kendimden, ne kadar sineye çekersem o kadar sinirli bir insan haline dönüşüyorum ve ben patlayacağım günden korkuyorum. İşte o günde başka bir pişmanlık günü olacak biliyorum... Hırslarımdan sıyrıldım sanıyorum ama sonra bakıyorum beni bu noktaya getiren onlardan başka hiç bir ey değil... Korkmaktan korkuyorum ve en çok yalnızlıktan korkuyorum ki en emin olduğum şey yalnız olduğumuzken... Hani insan bilmediği şeyden daha çok korkardı? Hayır , yooo bilmiyorum... Yazmak istiyorum sayfalarca ama biliyorum kendimi tekrara dönüyorum. sonra kendimden sıkılıyorum ve aptal buluyorum. Dünyada bu kadar deha varken ben neden burada bu küçücük odada yapamadıklarını yapmış olarak hayal eden bir canlıya dönüştüm diyorum. O zamansa huzur içinde uyuyabilmeyi diliyorum... fonda:hindi zahra'dan fascination çalıyor...

Not; buraya bunu tamamen paylaşmışlık hissine ihtiyacım olduğu için yazıyorum...

23 Şubat 2013 Cumartesi

dağınık başlık haydın tutun ucundan toparlayalım yapıncaklarım...



Fona ed sheeran'dan "give me love" şarkısını koydum lakin şarkıcıyı hiç bilmeden hatta listeme nerede ve hangi zihniyetle koyduğumu bilmeden girivermiş neyse duygusal bir başlangıç için iyi bir seçim oldu zannımca... Ortamı da hazırladığıma göre gelelim yine iç sıkıntımıza...
Hayalci kınalı yapıncaklarım için hüzünlü sözler biriktirdim içimde. Hani bu hep herkesten farklı olduğunu sanırken, aslında insanların ortak bildikleri ve paylaştıkları şeyleri kaçıran ve sonra bir kenarda kendini umutsuz vaka addederek hayata küsen yapıncaklarıma. Bu bir itiraf başlangıcıdır, yani sanırsam o yönde gidiyor. Hep kıskanmışımdır her şeyi bilen (ya da en azından biliyor görünen) canlıları. Ben spordan hiç bir zaman anlamadım. Aslında anlayabileceğim bir dönem oldu ama bana saçma geldi bir şeyi uzun süre takip etmek ya da ne bileyim onu deli gibi istemek. Bunlar benim aşırı açgözlülüğümden, tembelliğimden... bla bla bla ya da buna benzer beni kötü bir canlı gösterecek bütün sayabileceğim özelliklerimden kaynaklanıyor olabilir. Ama en önemlisi galiba çabuk sıkılmam. Bilmiyorum tüm yapıncaklarda da işler böylemi ilerliyor? Ama bende çok eksiklik varmış gibi geliyor. Bazen diyorum yaşamak için çok yetersizim. Sonra diyorum "kime ve neye göre , kim ki bunlara standart belirleyenler? kaldı ki bu standartlar oluşturulabilecek bir şey mi ?" Kendimi çok yabani hissediyorum. İnsanları görmek istemiyorum. Dokunmak, konuşmak, zaman harcamak istemiyorum onlar için. Hatta kendim içinde zaman harcamak istemiyorum çoğu zamanlar. Bugün iş arkadaşım eve kadar bıraktı ve yolda biraz sohbet ettik. Aklımda en çok takılı kalan cümlelerden biri "maneviyatı güçlü olmayan insanlar intihara daha meyilliymiş." oldu. yoo bunu ergenken, bizden daha ergen olan ebeveynlerimi korkutmak için söylediğimiz sözlerden biri olarak düşünmeyin. İntiharı düşünecek kadar meraksız biri değilim, hikayemi sonuna kadar okumayı planlıyorum, tabi yolda yazarın başına bir aksilik gelmediği sürece =P. Neyse hani şu dokunmak istemediğim insanlar var ya hah işte onları çok özlüyorum bazen. Diyorum ki toplaşıp sohbet etsek ya.
Hayata ilginizi ve isteğinizi hiç kaybetmeyin yapıncaklarım. Uzun sürede başarılı olacağınız ve nitekim sizi o kadar süre oyalayacak amaçlar belirleyin kendinize ki arada sıkılıp hayatın kontrolünü elinizden kaçırmayın. bilmiyorum aklım çok fazla ve gereksiz karışık. her şey çok anlamsız geliyor bazen - bazen mi dedim ? bu aralar hemen hemen her boşlukta düşünmekten sıkılmam hiç bunu. Bence beni bu hale hiç aşık olamamış olmak getirdi =P. Hani her şeyi ona bağlarız ya yapmadan edemedim. Biliyorum çok dağınık oldu. Düşünün bir kere yapıncaklarım sizin için karmaşık gelen bu yazıcık benim romanın sadece özet kısmı. tamam çok başarılı bir yazar olduğumu hiç bir zaman söylemedim kızmayın bu karmaşaya. Sadece bilemiyorum, acaba ne amaçlamalıyız hayatta bilemiyorum? Ya da bir şeyi tutkuyla seven insanlara hayranlık beslemek dışında herhangi bir empati kuramamak sinirimi bozuyor ya da şöyle diyeyim çok fazla empati kurmakta beni delirten olabilir... Ergen gibi hissediyorum kendimi, bu kadar yıl yaşamışım ama elimde evet "aferin kınalım" diyebileceğim bir şey yokmuş gibi hissediyorum. Ben bu kadar kendimi beğenmezken bu insanlık nereden buluyor bu ego yapacak şeyi? Ben mi çok beceriksizim, yoksa yine ben mi çok şapşiğim hayır yani bir ben mi bu kadar cahil hissediyorum kendimi? Kim lan bu her şeyi bilme süresine, hevesine ve inancına sahip gereksiz akıllı canlılar verin le her birini tek tek zayıf noktalarından çökertçem. Bak bakalım bir daha yeni bir şeyi keşfetmenin ya da sevdiği bir konu hakkında bigisine derinleştirmenin zevkine varabilecekler mi? Nihahah neden gülmediğimi bilmeden ve iyici garip ruh hallerine daha fazla girmeden kendimi gereksiz zaman harcadığım işlerime bırakıyorum... Giderken fizy listemden nouvelle vague "the killingmoon"u söylüyoor...

Not: siz siz olun bneim ettiğimi etmeyin, gerçekten sevdiğiniz şeylere gerçekten zaman ayırın, yüzeysel yaşamayın yapıncaklarım. KInalarınızı akmışlarını yenilemiş ve mis kokmuş biçimde şimdi atılın hayal aleminden kara alemine...
Not 2: yazımı hiç revize etmeden koyuyorum kınalılar malum daha sonra düzeltme yapacak kapasiteye henüz ulaşabilmiş canlı türüne mensup değilim...(=

27 Aralık 2012 Perşembe

anlamadığım ruh halindeyken...



fonda, ara beni öptüm seni seni çok özledim deli gibi'yi oya-bora benim için söylüyor.

Bu aralar bütün şarkılardan, filmlerden, dizilerden, olaylardan, hatta utanmasam nefes alış verişten bile hayallere dalacağım... Çok fena bir canlıya dönüştüm. Kendime gereksiz yere yaptığım şeyler zihnimi kurcalarken zaman hızlıca geçip gidiyor. Bak neredeyse 1 aydır yeni işimde çalışıyorum.Aklım hep daha kolay ve daha iyisini istiyor. Hadi onu anladım diyelim de bu kalbim niye böyle dellendi, zor ve daha iyi-ilginç-eğlenceli-keşfi zor olanı istiyor? Hiç bir fikrim yok... Bu aralar kendimle didişmekten dış dünyaya çok fazla enerji harcamıyorum. Bu yazıyı 07.45 K-B vapurunun nadiren oturduğum giriş katından yazarken bile kendimi kaptıramıyorum kağıda-kaleme. Sürekli olarak taciz sinyalleri alıyorum zihnimden.

Çok yazmak istediği bir kaç şey var ama içime atıp kaçıyorum. Kendimden bile kaçmaya-mücadele etmeye başladıysam durum gerçekten vahim ve bu sefer çok ciddiyim...

Ahahah nedense veda mektubu kıvamında yazdığım bu gereksiz yazıya veda etmem gerektiğini düşünüp haydar paşa'ya el sallarken bugün havanın rengi ve kokusu güzel umarım günümde iyi geçer deyip gidiyorum...

Kapanış müziğimiz yine oya-bora'dan geliyor "biz dünyayı çok sevdik ölüm bizden uzak olsun aşık olduk yüreklendik sevda bizden yana dursun" ...

8 Ekim 2012 Pazartesi

nifak tohumu...



"sevgili sevgili;

sen yokken içime "nifak tohumları" serptim. Nedenini bilmeden yaptım, ama bil ki pişman değilim. Bu bir özür karalaması değil. Hiç olmayan birinden özür dileyecek kadar delirmedim henüz ama -evet yine bir ama- çok büyük bir probleme yol açabileceğini de düşünmemiştim. Her seferinde yapma, etme,olmaz dediğim eylemleri -evet eylem demem kasti çünkü hiç bir şeyi sessiz sedasız yapmayı istemedin- dinlemediğin için bu sefer açık konuşacağım." dedi evin içinde anlamsız dolaşması gerekirken yatağın içinde dört dönen canlı.

İnsan demedik biz ona, çünkü insanlık mertebesinde çok az canlı görmüştük şimdiye kadar, ama bir isimde veremedik. İsimsiz bir canlı ne ola ki?

"Perde kararır oyuncular gider. Sahnede sadece "nifak tohumları" kalır. Bu arada nedir bu sürekli bahsedip durduğumuz şey, neye benziyor? Yoksa buna da yukarıdaki canlı gibi derin anlamlar mı yüklemeli? Bilemiyoruz şu anda onu nasıl tanımlayacağımızı ama bize biraz zaman verirseniz hepsini adım adım açıklamaya çalışacağız. Hem belki bu arada sizinde aklınıza ilginç bir fikir gelir ve tüm olay örgüsü değişir ne dersiniz?" dedi yönetmen.

Çok büyük bir problem var!

Hatta buna sadece "bir problem" demek olayı çok değersiz gösterebilir. Size hemen durumun ehemmiyetini şöyle ifade edeyim. "Bir şirket düşünün elinde ham maddesi var, ham maddeyi işleyecek makinesi var, bu makineyi bir üst modele taşıyabilecek tasarımcısı var, çalışma durumunda seri üretimi sağlayacak planlamacısı var, yani uzun lafın kısası varoğlu var. Ama gel gelelim ki bu yerleşke öyle sapa bir yerde ki gitsen gidilmez, kalsan kalınmaz. Bu tesiste, bu büyük ihtişamlı tesiste işçi yok. Her şeyin uzmanı var ama onları dinleyip boşlukları tamamlayacak bir tane bile işçi yok ve bu işi kısa sürede halletmeleri lazım. Yapılacaklar listenizi oluşturmaya başlasanız iyi olur çünkü bu şirket sizin..." dedi sponsor firmanın müdürü.

Burnuna garip bir koku geldiğini fark etti, şimdiye kadar sessizce geçen konuşmaları dinleyen, yarı uykulu insan görünümlü canlı. Bu kokuyla buradan yıllar önceye, bir sohbete aa yok sohbet denemez, daha çok bir monoloğa doğru giderken önce şimdinin sesleri kayboldu sonrada görüntüsü zihninde.

21 Eylül 2012 Cuma

...



aşırı özgüven yanında aşırı yıkımlar getirir.

her şeyin aşırısı fenadır.

korktuğun zaman tembel olursun.

tembel olduğun için korkarsın ?

sonunu görememek yorar.

müzik rahatlatır ama çalanlar yorulduğunda susar.

filmler izlenir ama en uzun film bile biter.

diziler günlerini alsa bile sezon finallerini gördüğünde ya da bitişleri tekrar dizi ararken bulmak kendini kaybetmene yol açar sezon finalini beklemeye koyulursun tek seyircili anadolu yapımı dizinin =)

yavaşça espri anlayış geri gelir basit sinir krizinin ardından.

başka yerde olmak istersin ama bilirsin orada olunca da başka yerde olmak isteyeceksindir.

offf sıkıcı olmaya başlarsın.

herkes sıkıcı gelir.

sen istemediğinde sussunlar istersin.

her şeyin kumandası olsa mı? cidden click filminde ki gibi ya da "tek bir kumanda"...

yeniden telefonu kıçının dibinden ayırmamak ve çalmadığını bilmediğin halde gereksiz kontrol delirmenin belirtisimi sayılıyor bu yüzyılda normal mi yoksa ?

her şey gereksiz karanlık gelmiyormu size de?

bir çılgınlık yapası geliyor böyle havalarda bazılarımızın.

benden duymuş olmayının nedenidir söylemediklerim.

yapmak isteyip yapamadıklarımdır başarısızlığım.

fal bakmak günah değil deliliktir =)

31 Temmuz 2012 Salı

insan avının şerefine...

"...yapmayın mutsuz ölmek için çok iyiyim, bir yanlışlık olmalı, ya da şanssızlık ama bir şey olmuş olmalı ..
ben, ben gerçekten 
iyi değilmiydim ?
hadi canım sizde yanımdaydınız bu kadar süredir, bir çok dostum oldu benim, telefonumun susmadığı günler çok uzak değil, hayır o kadar düşmedim ...
düştüysem de istediğim içindir, fazla kurcalamayın ...bla bla bla" diyordu hatun kişi tedirgin bakışları odayı tararken. Bir şeyi anlamak istiyordu ama korkuyordu, ortada bir suç olmasından ve bu durumda suçlunun kendisi olmasından. Peki gerçekten suçlu olsaydı ne olabilirdi ki ? Yani canını mı alacaklardı, uzun yıllaramı mahkum edilecekti ? Aslında tek korkusu her yerde avaz avaz "...yaptım evet yaptım ve de asla pişman olmayacağım çünküüü ben asla düşünmeden hareket etmemm..." sözlerini amiyane tabirle "tükürdüğünü yalamaktan " korkuyordu, asla dediği şeylerin olmasından. 
Tekrardan kaçınırdı ; sözleri, davranışları, hataları, kayıpları, düzeni ve benzeri aklına gelen her şeyin.Ya da kaçındığını söyler dururdu. Acaba bir şeyi yaptığını söylemek ne zaman onu yapmakla eş duruma gelmişti ? Bununda farkındaydı, aslında yaptığı bir çok şeyin farkında olduğu gibi. Düzeltebileceğine olan aşırı güveni parmaklarını bile kıpırdatmasını engelliyordu. Aklından sürekli durumunu açıklayabilecek atasözü ve deyimler geçiriyordu. Çocukluğundan beri edindiği bu alışkanlık çok kitap okuması ve film izlemesiyle daha da pekişmiş ve eğer güçlü sözler yarışı düzenlendiğini duysa ilk koşacak kişi olmaya da içten içe karar vermiştir. Bulduğu bütün boş vakitlerinde nedensiz ağız dalaşları düşledi kendine, böylelikle kurguladığı sözcükleri yerli yerine oturtabiliyor ve de lazım olduğu anda belleğinden gerçekliğe sakin ve beklenmedik serilikte döküyordu. Kiminleydi bu bitmek bilmez kavgaları ? Çoğunun ismini dahi hatırlamadığı aşkları neredeydi şimdi ? Peki hep övündüğü geniş çevresindekiler çok mu meşgullerdi kendi hayatlarıyla ? 
Hatun kişi bunları düşünüyordu valizini hazırlarken. Çok mu geç kalmıştı gitmekte ya da hiç gitmemelimiydi ? Bunların cevabını sürekli bulmaya çalışsa da özünde oluruna bırakmıştı hayatı. Sakince hazırlanıp vedalaşıp çıktı kapıdan ve otobüs durağına yürüdü , taşıyabileceğinden fazla aldığı yükleriyle...

Fona Ezginin günlüğünden sevgi duvar'ı adlı parçasını atarken içimden heyecanla "yalnızlığım benim sidikli kontesim , ne kadar rezil olursak o kadar iyi" kısmını bekleyerek atıyorum ve yukarıdaki karakteri çizmeye başlıyorum. Belki kendimden gereğinden fazla etkilenerek. Komik şeyler yazmak , eğlenceli şarkılar dinlemek , umut verici filimler izlemek, mutlu sona acısız ulaşan diziler izlemek, tembelliğimden sıyrılmak istiyorum... Aslında ruhumu bedenimden sıyırıp nadasa atma fikrini çok sevmiştim ve itiraf edeyim başlarda iyide geliyordu ama beraberinde getirdiği şeyler ağır gelmeye başlamış olabilir mi ?

Bütün bu düşünceleri bir kenara atıp acaba neden uzun sürediğim konuşmadığım arkadaşlarım yerine başka insanlarla konuşuyorum diye doruyorum kendime? Yine mi "insan açlığı"m başladı. Evet kabul ediyorum eğer yamyamlığın modernize edilmiş halini incelemek isterseniz seve seve yardımcı olurum. Tamam kendime yine aşırı yükleniyorum. Galiba benim derdim kimseyle değil kendimle. Çok sinir bozucu ama içimde bir sürü kınalı yapıncak konuşuyor, onlara 7 cücelerin ki gibi isimler veriyorum ama benimkilerin sayısı olabildiğince fazla ve açıkçası pek cüce olduklarını sanmıyorum ve de sevimli olduklarını.

Çok yazasım var yine bu yüzden yazmayacağım, zira dağınık fikirler yazıya döküldüğünde çekiciliğini kaybediyor. En iyisi sessizce geldiğim gibi gideyim.

Son olarak yalnız olmanın o kadar kötü olmadığını ama süreklilik halinde mevsimsiz görülen sivrisinekten daha can sıkıcı olduğunu size bir kez daha hatırlatıp hayde yapıncaklar "insan avına " diyorum...

ahah hatta rastgele efenim baş başınız.
not: "insan avı" dediğimiz şey kötü bir şey olmamakla beraber her zaman iyi olan bir şeyde değildir. (=)

25 Temmuz 2012 Çarşamba

bir şey var...

Rahatsızım...

Sürekli olarak can sıkıntısı içinde zaman öldürüyorum. Fona hüzünlü bir şeyler atıp, elime bir kadeh ağzına kadar dolu şarap bardağını alıp -neden şarabı az doldururlar ki bak merak ettim araştırayım bir ara- ,camdan dışarıya bakmak istiyorum. Ama gece yarısı olsun, hep özeldir benim için nedenini bilmesem de. Bir de tabi yıllarca şeyi tartıştım kendimle ama bu tartışmayı kendime saklayıp kurduğum ambiyansa geri dönüyorum. Bu arada fona da Princess Chealsea'dan -ki yeni tanıdım kendisini- too fast too live parçasını aldım müziği ruh halim için iyi geldi. Biraz daha kaptırsam ağlayabilirim bile. Aklıma önce eski mutlu olduğum günleri getiririm, daha sonra şu anki halime acırım, belki en sona da ne olacağım ben böyleli bir soru işareti bırakıp, derin bir iç çekerim... Hoş olmaz mı ? -evet evet kesinlikle sevdim bu ilk defa dinlediğim parçayı-

Gökyüzü berrak olsun, hatta ay'ı görebileyim, mümkünse önümde koca koca çirkin binalar olmasın tamam olabilirler ama en azından aramızda biraz mesafe olsun. Çocukluk -kınalı yapıncaklık- yıllarımın altın çağında hayallerle büyüttüm ben kendimi. İlginç hayaller kurdum hep.

İlk hayallerimi hatırlıyorum; mamakta bir gecekonduya gidin onun salonunda iki kanepe bulacaksınız, cam kenarında olanında bir kız çocuğu, bitişik evin duvar tarafında ise kızdan iki buçuk yaş büyük bir erkek çocuğu, erkek kız çocuğunun gece, cadı ,inler-cinler, büyüler gibi bir çok fantastik şeyden duyduğu korkudan yararlanarak son hamlelerini yapıp küçük kızın sadece burnu ve gözlerinin bir kısmı dışarıda kalacak çekil de koza gibi yorgana sarılmasına kahkahalarla gülerken çocuk kalbinde kendi korkularını bastırmaya çalışıyordu. Kız yıllar sonra bu sayede karanlığa alıştığını ve korkmadığını anladığında sevgili abisinin henüz bunları yenemediğini görünce önce kahkahalar attı sonra çocuk kalbinde sevgi beslemekten öteye gidemedi. tabi bir de her zaman ki gizemli durumlar ve merak kavramlarını arkasına aldı ama bu durumu yıllar sonra abisin yeni evinde gece sohbetinde sordu ve bütün cevaplarını aldı =). tabi ki siz bunları şimdilik öğrenemeyeceksiniz.-nihahah-... Neyse şimdi siz bu küçük kızın yanındasınız ve onun zihninden çıkan sihirli kalemle çizeceği dünyayı görceksiniz. Hmm şimdi düşününce çizdiği bir çok renkli kareler canlandı gözümde acaba hangisiyle başlasam... tamam evet ilk aklıma geleni anlatacağım önce.

Ve kız hayal eder...ta ta ta taaaaam

Gece içeriye giren ışıltılarla uyanmıştı. Acaba sabah mı oldu da güneş içeriye doğdu dedi önce, ama çok kısa süre sonra bunun başının arkasından tek bir noktadan geldiğini anladı. Korku ve merakın verdiği enerjiyle hızlıca yatakta doğrulup sıkı sıkı sarıldığı yorganından gözlerini çıkararak anlamaya çalıştı önce. Abisiyle kendi yatağı arasında kalan köşe boşlukta kendinden biraz daha büyük bir yumurta şeklinde garip bir hale vardı. Hemen seslenmek istedi abisine bunu yalnızca o açıklayabilirdi, sonuçta o abiydi, ama nafile sesi çıkmadı. Birden sanki televizyon ekranı gibi görüntüler belirdi bu halenin içinde; önce kuş bakışı bakılan bir orman ve giderek yakınlaşan kamera bu ormanda dolaşmaya başladı. Kız önce sarıldığı yorganı yavaşça açtı garip bir güven duygusu vermişti bu görüntü sanki bildiği bir yerdi yabancı değildi ona, yatağın içinde eli uzakta ilerlerken bir yandan da sesine tekrar kavuşmaya çalıştı ama bir türlü başaramadı. Derken aniden görüntüde ondan biraz daha büyük bir erkek çocuğu belirdi, sanki ona bakıyordu bu tanıdık sima ama onu göremiyordu. Birden onunda kendisini görmesini deli gibi istediğini farketti kız ve çocuğa daha yakından bakmak için son bir adım daha yaklaşırken farkında olmadan eli görüntüye değdi ve aniden masal kitabında ki Alice gibi bir çukurdan düştüğünü hissetti. Ama o hiç kimsenin olmadığı bir ormana düşmüştü. Bayılmadan önce son hatırladı avazı çıktığı kadar çıkan kendi sesi ve bembeyaz bir şeyin ona adıyla seslendiğiydi...

Evet böyle başladı ilk hayali içinde kahramanlık, kader, aşk, bilgelik, sadakat ...bla bla bla yani kısaca bir filimde ya da dizide bulabileceğiniz tüm öğeleri içeren düş.

O gün bu gündür kazık kadar olsa da düş olduğunu, asla gerçek olmayacağını, gerçekliğin çok farklı olduğunu bilse de kız çocuğu bunları göz ardı edip sarıldı hayallerine tıpkı küçükken yorganına sarıldığı gibi... Sadece çok yorgunken hayal kuramıyordu başını yastığa koyar koymaz ve ilk hayal cümlesine söylediği anda zihni yakalayamadığı diyarlara çoktan gitmiş oluyor. uzun süredir hayal kurmak durumunda olan sevgili yapıncağımız azıcıkta olsa büyüdüğünün farkında ve bu yüzden yorgunluktan yatağa düştüğü günleri özlüyor. hani 1 dk daha uyusa mutlu olduğu günleri. Çalışmak güzel şey diyip durur zaten minikliğinden beri ama madem öyle neden bu kadar tembel...

Bir şey var çözemediği ve beklediği. belki de çok fazla hayal kurmanın etkisiyle gerçeklikten ayıramadığı bir şey... Beklemeden sıkılmayacak belki ama artık beklememesi gerektiğini bilecek durumda... bakalım yapıcağımıza neler olacak. yeni düşler kurabilmesi için gerekli yeni havayı taşınacağı şehirde bulabilecek mi? ta ta ta taaaamm...

Evet herkesin içinde ki "bir şey"lerini bulmasını dilerken "rahatlamamış" bir şekilde fondaki parçayı bir kez daha dinleyerek veda ediyorum...

baş baş...