25 Şubat 2013 Pazartesi

biriyle konuşmam lazım...



hani uzun zamandır yalnız hissedersin ya kendini. fazla hissedersin hayata. hep özenirsin amaçlı ve mutlu insanlara. bende bir zamanlar öyleydim dersin. sonra dersin ben bunun yerinde olsam yaşayamam bu kadar zavallı bir hayata katlanamam neden yaşıyor ki ? burada kilit soru aslında amaçlarımız olmak zorunda mı yaşamak için? belkide amaçsızdır yaşam bizizdir ona gereksiz anlamalar yükleyenler. belki de sadece yaşayıp ölmesi gereken o zavallılardan biriyizdir. zaten ne ki bizi özel kılacak olan. ben hiç bir şey göremiyorum artık kendimde. eskiden evet derdim ben özelim evet derdim bir şeyler yapıp öleceğim. sonra zamanla bu değişti. sinir krizleri eşliğinde ezik bir insana dönüştüm hayallerimde hep söyleyemediklerimi söyledim. üstelik genelde cevap verme edepsizliğine sahip bir bünyeyi bu hale getirmek tahmin edersiniz çokta kolay olmuyor. insan yine ailesinin yanında en rahat eder. Ağlasa da bağırsa da çağırsa da bilir ki içeride insanlar seni gözünden sakınırlar. bu amaçsız dünyada belkide tek amaçları senin mutlu olduğunu görerek yaşamaktır anı. belkide bu aşamaya ulaşamamış biz zavallılar hayatı onlardan daha çok anladığımızı iddaa edecek kadar eziğizdir gerçektende. Sadece bar solcusu olmuşuzdur hayat boyu ve sadece eleştirmeyi öğrenmişizdir. Belki de mükemmeli en çok seven ve bağımlısı olan biz garibanlarızdır kapitalist tüketimin en büyük neferleri. Bilinçsiz tüketiciler. Nedir bizi bu kadar delirten? İstediğimiz yakışıklılığa sahip olmaya sevgililerimiz mi? İstediğimiz ve dikkat çeken kıvrımlara sahip olmayan bedenimiz mi? Hep özendiğimiz ama sahip olamadığımız asillikte, bilgelikte ya da zengin artık kimin neyde gözü var o statüde birer ailede doğmamamız mı? Hep başkasınınkinde gözümüzün olmasımı bizi delirme noktasına getirdi. Azla yetinmeyi kaç yaşında kaybettiğimi hatırlamıyorum. Hayallerimde hiç bir zaman fakir ama grurlu bir prens istemedim. Hep iktidar sahibi ama grurlu bir yakışıklı vardı. Hiç bir zaman alt sınıf bir yönetici olarak kalmadım ya da başarısız bir iş kadını. Hep hayallerimde yüksekteydim hep hatasız mükemmel insan olma yönündeydim yani gerçekdışı düşlerde boğulmuştum. Ne zaman hayattan umudumu kesersem ya da artık olduğum yer beni tatmin etmezse daha çok uyumaya başlarım. Modern tıp buna depresyon diyor ve eğer bu depresyonsa evet ben depresif bir varlığım. Doğduğum günden beri kurtulamadığım ve egomun kontrolünde olan bir depresyon bedenimi henüz ele geçiremese de zihnimde hakimiyetini ilan etti. Acıyorum kendime sonra başkalarına acıyorum ve eziyorum, sonra tekrar acıyorum kendime kısır bir döngüde biz insanlığa acıyorum. Anlamakta zorlanan ben miyim hayatı. İnancımı kaybettiğimde mi geldim bu hale. Halen inançlı mıyım eskisi kadar bilemiyorum, belkide bu soruya cevap verecek kadar bilgili hissetmiyorum kendimi. Sonra diyorum belkide inancın bilgiyle alakası yoktur içimde bir şey hissetmeliyim sadece. Sahi kim bu inanç bilginleri? ne iş yaparlar nasıl karar verirler bu ruhsal bir şeyin bilgilerinin olduğuna. İnsan neden bu kadar zavallı. Neden sırf onun şekerinden değil bizimki diye onunkini istiyoruz. Neden bizden daha iyilere katlanamayız. Neden bizden daha az bilgililere içten bir şekilde öğretmeyiz. Nedir bizi bu kadar kibirli yapan? Nedir bizi bu kadar bencil yapan. Dedikleri gibi çiğ süt emmemizden kaynaklı olamaz bütün bunlar... Paylaşma ihtiyacı duyuyor insan; hayatı, düşünceyi, inancı, sevgiyi, mutluluğu , üzüntüyü, aşkı, dokunmayı, hissetmeyi her şeyi paylaşma ihtiyacından bahsediyorum. Ama biraz tek taraf ağırlık kurunca denge yine bozuluyor ve ego ortaya çıkıyor. Anlayamadım ben bu "ego" denen şeyi. Hafif gurur esintileri eşliğinde yersiz bir kibir mi? Ya da dahada ötesinde bir şey mi? Egomdan sıyrılmış bir şekilde ağlamak istiyorum. Kimseye lanet okumadan, intikam naraları atmadan, ya da kötü düşler kurmadan. Yatağa başımı koyduğumda huzurla uyumak istiyorum. ne yarının hiç bir zaman yetişmeyen işlerini ne de bugünün hatalarını düşünmek istemiyorum. cevaplar hazırlamayayım artık. Yormasın beni hayat daha fazla, burada hayat derken kendimden bahsediyorum başka kimseye suç atmıyorum. Evet hepsi benim suçum diyorum, öyle demezsem katlanamıyorum. Yalnızca kendime katlanabiliyorum bu aralar onun dışınd akimseyi duymak istemiyorum. O kadar özlesem de biliyorum 5 dk sonra tüm özlemin yerini yalnız kalma isteğinin saracağını. hani şu, pişman olmayan insanlardan, olmak istiyorum. Elimde olmadan ne kadar zorlarsam zorlayayım pişman oluyorum. Kızıyorum kendime bilgisizim diye, sonra tekrar kızıyorum öğren o zaman diye, sonra söylenmeye başlıyorum neden bilmek zorundayım diye? Ben bilmiyorum bugünse hiç bilme havamda değilim ama merak etmekten zihnimi geri çekemiyorum. Tek yapabildiğim kendime sarılıp sakinleştirmek, tıpkı vahşi bir hayvanın başını okşayıp sakinleştirici sesler söyler gibi... Bazen korkuyorum kendimden, ne kadar sineye çekersem o kadar sinirli bir insan haline dönüşüyorum ve ben patlayacağım günden korkuyorum. İşte o günde başka bir pişmanlık günü olacak biliyorum... Hırslarımdan sıyrıldım sanıyorum ama sonra bakıyorum beni bu noktaya getiren onlardan başka hiç bir ey değil... Korkmaktan korkuyorum ve en çok yalnızlıktan korkuyorum ki en emin olduğum şey yalnız olduğumuzken... Hani insan bilmediği şeyden daha çok korkardı? Hayır , yooo bilmiyorum... Yazmak istiyorum sayfalarca ama biliyorum kendimi tekrara dönüyorum. sonra kendimden sıkılıyorum ve aptal buluyorum. Dünyada bu kadar deha varken ben neden burada bu küçücük odada yapamadıklarını yapmış olarak hayal eden bir canlıya dönüştüm diyorum. O zamansa huzur içinde uyuyabilmeyi diliyorum... fonda:hindi zahra'dan fascination çalıyor...

Not; buraya bunu tamamen paylaşmışlık hissine ihtiyacım olduğu için yazıyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder